Cen. Gelir misin

Senai Demirci Cenazeme Gelir misin?
  

CENAZEME GELİR MİSİN?
Cenazeme Gelirmisin?

Biliyorum, hiç beklemiyordun bu daveti. Ansızın geliverdi değil mi? Ansızın vurdu şakağına; saçaktan düşen buzdan kılıçlar gibi.. Ansızın.. Şaşırdın.

Huzurunun göbeğine irice bir taş düştü;  Neşesi kaçtı vaktin vaktin; beklediğin “az sonra”lar havada asılı kaldı. Hüznün baygın kelebekleri kıpırdadı, sızılandı. Korkunun sütunları devrildi göğsüne. Başını yasladığın uzun saatler, kayıverdi elinden; uzanıp uyuduğun bitmez günler tükeniverdi.

Vaadi yok sana zamanın, dakikaların yüzü yerde, saniyeler mahçup.
Oyala(n)dığın ağaç gölgeleri çekildi üzerinden. Avunduğun haz perdeleri parelendi. Uykunu bölmemek için parmak uçlarına basa basa odana giren hüzünler şimdi boynuna asıldı. Kalbini kanatmadan usulca gidiveren uzak acılar şimdi yakana dolandı.
“Daha dün konuşmuştuk ama...” diyorsun. “Ama nasıl olur!”lar çekip çekiştiriyor iki yakanı.
“Hiç beklenmedik bir ölüm!”
“Vakitsiz”
“Erken!”

Üzgünüm! İşine ara vereceksin bugün... Kocaman bir pürüz olup çıkıverdim karşına. Hızını kestim hayatının. Üzerine saldım kaygılarını. Köşe bucak kaçtığın korkulara sobelettim seni. Ölümle arana koyduğun duvarları istemeden yıkıverdim. Sakarlık işte! “Ölüm bize de yaklaşırmış/yakışırmış” dedin. Galiba “Ölmesi kanıksanmış, ölünesi yaştayız artık.” dedin.
Şimdi “Rahmetli...” sıfatını ismimin üzerine yumuşak bir şal gibi atıvereceksin.
Şimdi iki yakasında da eksiğim İstanbul’un. Vapurların hiçbiri beklemiyor beni. Ben öldüm diye şeritleri eksilmiyor yolların.
Şimdiye kadar hep başkalarıydı ölen,
hep başkaları.
Hayret!
Hayret!
Ben..
Ben öldüm bu defa...
Bu defa ben öldüm.

Oysa...Gitsen de bir gitmesen de bir; cenaze olurdu cami avlularından birinde. Belki bir kalabalık çıkagelirdi önüne... Bir sokağın başında. Yol kenarında, gözünü sakındığın mezarlığın kapısında. “Nasılsa, ölen biri çıkar bu şehirde her gün!” diye kanıksadığın.  Eksilenin kim olduğuna aldırış etmediğin. Gitti diye üzülmediğin birinin cenazesi işte. Aynı manzara, aynı tabut, aynı üzgün yüzler. Aynı güneş gözlükleri. Ağladığı mı, yoksa ağlayamadığı mı anlaşılmasın diye saklanan gözler. Hayatın ortasında duran ölümü inkâr etmek için göz göze gelmemeler.

Seni bilmem ama ben bu cenazeye mutlaka gitmeliyim.  Dediği gibi şairin, bir musallâlık saltanatım bu benim.
Bu cenaze benim
Benim bu cenaze
..ve bu kez başroldeyim.

Toprağa konulacak adam rolü benim. Ardından ağlanılacak adamı ben oynayacağım.
Hiç itirazsız karanlığa uzanmak bana düştü bu defa.
Üzerine toprak atılan adamı...
Yüzü unutulmaya bırakılan adamı...
Hüzünlerin münasebetsiz müsebbibi olacak adamı...
Ayakkabısı kendisini beklerken bağları çözülecek adamı....
Elbiseleri evden çıkarılacak adamı...
Evet, evet o adamı ben oynayacağım.
Bu kez.. Bu kez başroldeyim.

Ölüm ki ah kartanesi..
Ölüm ki ah yalnızlık..
Ölüm ki ah çıkmaz sokak..
Ölüm ki ah son durak.


Yatağı soğuk kalacak adam...
Akşam eve dönmeyecek adam...
Kapıyı çalması beklenmeyecek adam...
Sofrada yeri olmayacak adam...
Adı telefon rehberinden silinecek adam...
Şehrin dudaklarından yarım ağız çıkmış bir hece gibi önemsizleşecek adam...
Evet, evet o adam..
O adam benim
Benim işte o adam.

Sevinçlerin ortasına en fazla bir hıçkırık gibi sokulsa da hatıraların eşiğinden yüz geri edilecek adam benm..
Resmine bakıp bakıp da ağlanacak (yoksa ağlanılmayacak mı?) o adam benim... .
“Adı neydi.... Hani....!” diye yokluğu kanıksanacak adam....
Soluk bir resime asılmış eskimiş bir tebessümün ardında aşklarını saklayan, susturan adam...
Evet o adam benim..
Benim o adam


Sahnedeyim.
Başrolde..
Seni  mutlaka beklerim.
En öndeki olmalısın ayakta duranların. En dik duranı.
Bak! cenaze ilanımı da yazdım:
Canını çok seven, her günün sabahında burada sonsuzca yaşayacağına yeniden kanan, her lezzetin tükenişinde ölümün yanına uğradığını unutan, her hazzın zirvesinde yakasındaki ölümlü etiketini isteyerek düşüren, her yaz sıcağında içi dünyaya iyiden iyiye ısınan,  kalbinin her atışında ölümlerden döndüğünün farkında olmayan, damarlarının bir köşesinde ansızın geliverecek pıhtılardan yapılmış veda haberleri saklayan, ayrılıkların çatlaklarından giren hüzünleri ölümün nefesi gibi yudumlayan, sevenlerinin gözlerinin ışığına sığınarak ısınan, unutulmayı, yok sayılmayı en ürkütücü uçurum bilen, güzelliğini aynaların kırıklarında arayan, toprağa girmeye üşenen, uzun süredir aramızda yaşayan dostumuz, arkadaşımız, sırdaşımız, kardeşimiz, babamız, evladımız, şimdilik unutmayacağımızı umduğumuz, bir süre unutmaktan utanacağımız, sonra unutacağımız, en sonunda unuttuğumuzu da unutacağımız
Senai Demirci
doğduğu gün yakalandığı fanilik hastalığından, uzun süredir sancısını çektiği “her nefis ölümü tadıcıdır!” yarasından, kurtulamayıp aramızdan ayrılmaya yazılmıştır.

Cenazesi -umulur ki- en uzak zamanda, sızılarını köşe başlarında kılınan cenaze namazını takiben kaldırılıp, gözlerden ve belki gönlünden de uzak bir yerde, unutuluş toprağına gömülecektir.


Ölüm ki ah kartanesi..
Ölüm ki ah yalnızlık..
Ölüm ki ah çıkmaz sokak..
Ölüm ki ah son durak.

oklar.gif (30×10) Bu sayfayı Paylaş

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol